Toplumumuzun içinden geçtiği bu günlerde, psiko-sosyal çıkmazlar, birçok insanımızı kaygıya sürüklemektedir. Kaygının, zamanla biçim değiştirmesiyle umutsuzluğa dönmesi, toplumsal vazgeçmişliği tetiklediğini düşünüyorum. Boyutun artmasıyla yılgınlığa dönen toplumsal tavır, içinden çıkılmaz bir hal almaktadır. Buna rağmen; her şeyin yolunda olduğu algısına inanırlık, başka bir çıkmaz olarak görülmektedir.
Yıllardır bu olumsuz algının sosyal katmanlarda karşılığı vardı ki; bugünlere gelindi. Doğru olmayan algıların, aklını kullanma ve sorgulama gereği duymayanlarca onay görmesi de eklenince durum daha da karmaşıklaşmaktadır. Toplumun ayrıştırılması, kamplaşmayı körüklemiştir. Sorgulama ihtiyacı duymayanların rehavetine karşın, sorgulayanların kaygıları gittikçe artmıştır. Toplumda belirli bir düşünce birliğinin oluşması şöyle dursun, kaygıya bağlı çok daha karmaşık toplumsal ayrışma artmaya devam etmiştir. Bu da kimi çevrelerce normal bir süreçmiş gibi umursanmamaktadır.
Toplumun bir kısmının teslimiyeti, karmaşıklığı körükleyerek sürecin hızlanmasana katkı sağlamıştır.
Toplum, yarınından emin olmayan insanlar topluluğu haline kasıtlı olarak dönüştürülmüştür. Toplumun, ortak bir anlayış etrafında birleşemediği gerçeği, toplumsal gücün parçalanmasına ve zayıflamasına neden olmaktadır. Ne yazık ki; kaybedilen bu güç, toplumun bir ve bütün olarak aynı duygu ve düşünce etrafında bütünleşmesini engellemeye devam etmektedir.
Ayrışma, sosyal barışı tehdit eder duruma geleceği kaygısı önemlidir. Ortak değer ve anlayışın az olduğu durumlarda kişisel kaygılar artacaktır. Birlikte yaşama kültürünün zayıflamasına neden
olan süreç, bireysel mutsuzluğun artırmasını körüklemeye devam etmiştir. Böylelikle; millet olmanın, ana dinamiklerinden olan ülkü birliği de gittikçe zayıflayacaktır. Tahammülsüzlüklerin
artması, toplumsal barışı törpülemektedir. Gelecek kaygısıyla birleşerek gittikçe genişlemektedir.
Geleceğin belirsizliği, zihinlerdeki kara bulutları arttıracaktır.
Bireysel kaygının artması, yılgınlık hissini yaygın hale getirecektir. Gelinen noktada sosyal barışı tehdit eden duruma geldiği nedense umursanmamaktadır. Ülkü birliğinin zayıflamasıyla ulaşılan gayesizlik hissinin, bir an önce giderilerek gelecek kaygısı önlenmelidir. Elbette bu sürecin ana sorumlusu toplumun tutumudur ama ortak anlayış birliği yok edilerek mevcut durumun körüklendiğine inanıyorum. Farkındalık düzeyine çıkarılamayan bilinç düzeyinin eksikliği, bu sürecin değirmenine su taşımaya devam edecektir.
Ayrışma o kadar vahşileşti ki; kendini onaylayanların dışındakiler en olmadık sözlere layık görülmektedir. Bütün bunların, bir paranoyadan ibaret olduğunu düşünenlerin az olmaması,
daha da garip bir durumdur. İşte bana göre asıl sorun bu. Bu farklı düşünüş, siyasi yönetim farklılığının onayı değil; geleceğin planlamasında önemli rol alan sorgusuz sualsiz teslimiyetin
olduğunu düşünüyorum. Toplumsal kaygıyı, sadece kendi siyasi çıkarları uğruna gerek görmek istemeyenlerle, gerekse her şeyin güllük gülistanlık olduğuna inananlarla aynı gemideyiz.
Toplumsal çıkmazın görmezden gelinmesiyle, dillere dolanan “beka”nın da içi boşaltılmıştır. Böylelikle zıtlaşma, görmezden gelinmeye devam edecektir. Aslında; bekayı etkileyen dinamikler arasındaki ekonomik dengesizlik, sosyal barış, sosyal birliktelik ve gelecek kaygısı toplumsal çıkmaz haline gelmeye başladığında ortaya çıkan yılgınlıktan korkmak gerekir diye düşünüyorum. Bu ülke için, kafa yoran insanların zihinsel yılgınlığı, birlik duygusunu da engellediği görülecektir. Bütün bunların, paranoya olmadığını ne kadar çok insan algılarsa; sosyal duyarlılık, gelecek kaygısını azaltacak hislerin artmasını sağlayacaktır. Sürecin, yanlış siyasi tercihlerinden kaynaklandığı halde, sorgulamadan öyle olması gerekiyormuş algısı etkin oldukça, sözünü ettiğimiz hislerin ortaya çıkması zorlaşacaktır.
Bireysel düzeyde hissedilen gelecek kaygısı, toplumsal kaygıyı körükleyerek sosyal bağları zayıflatacaktır.
Kaygının boyutu, toplumsal düzeyde ise çözüm zorlaşacaktır; ama bireysel düzeyde ise işten geçmeden bilinçlenme sağlanarak kaygının azalması sağlanabilecektir. Farkındalık düzeyi azaldıkça, iş işten geçtikten sonra hissedilen olumsuz duygular bireysel çöküntüyü daha da derinleşecektir. Kimi çevrelerin, bunu görmezden gelmeleri, hatta yok saymaları kötü bir durumdur. Oysa ki; ortak anlayışın azlığı çabucak gözlenebilmektedir. Demokratik toplumlara özel bir şans olan seçim, bir savaş arenasına dönmüşse, artık iş işten geçmek üzeredir. Ne yazık ki; bekadan söz edenler, bekayı bir kelime olarak yalnız bırakıp onu, yaptıklarının sonucunda olduğu algısından çok uzak kalmışlardır. Asıl beka, sözünü ettiğimiz sosyal barış ve birliktelik duygusudur. Çünkü; bu birliktelik, her türlü emperyal saldırıyla baş etme gücüne sahiptir.
Toplumsal gücün etkinliği, birlikte duyduğu umutların ve sevinçlerin çokluğuna bağlıdır.
Kaynaşma ve millet bilinci açısından toplumumuzun bir sorunu olmamalıdır. Gelecek kaygısı da. Kaygılandıran ana unsur; kaygının genel olarak ortak anlayış düzeyinde olmamasıdır. Bir kısım
insanın, her şeyin yolunda olduğu, diğer kısmın ise gelecek kaygısı içinde olduğu göz önüne alındığında seçim bir umut olabilmektedir.
Toplumsal gücümüzü eksilten asıl etkenin, kaygının toplumsal boyutudur. Siyasal farklılıklar, politik kavramlar birbirine girmiştir. Bu inanış farkı, gitgide sosyal katmanları yutup, iki kutuplu toplum haline dönüştürdüğü görülmektedir. Artık siyasi düşüncelerin, keskin hatları kalmamıştır. Kavramların içi boşaltılmıştır. Bu sığ zeminde, toplumun daha çok ayrışması mı amaçlanmaktadır belli değil!
Artık çözüm bellidir; daha fazla demokrasi, çağdaşlık, zenginlik ve refahtır. Eğitim sistemimizin bir an önce kabullenme üzerinden değil de; “iyi insan” yetiştirme yoluna girmesi
toplumumuzun gelecek kaygısını yok edecektir. “İyi insan” olmak, insan için en yüksek mertebe olduğu tam algılanmalıdır. Neye inandığı değil de; “iyi insan” olduğu önemsenmelidir.
Toplumun tahammül sınırlarını genişletmek, birbirlerini oldukları gibi kabul ederek, güçlü ilişkiler kurmak siyaset kurumun en öndeki görevi olmalıdır. Elbette farklılıklarımız olacaktır. Önemli olan, bu farklılıkları yaşatarak, kimse kimseyi benzeşmeye zorlamadan, bir arada yaşaması olmalıdır. İşte o zaman toplumsal kaygı çıkmazından söz edilmez olacaktır.