Özellikle, 19. Yüzyılın ikinci yarısında Batı Avrupa ve Rusya’da Yahudi’lere karşı yürütülen düşmanlıkların artması ile göçler başladı. Buldukları her ulaşım aracı ile yola düştüler. Irkçılığın hortlaması, yaşadıkları yerleri terk etmelerine sebep oldu. Çil yavrusu gibi dünyanın dört bir yanına dağılmaya başladılar.
1870‘de bir aile, Filistin kıyılarına çıkıp içlere doğru ilerlediler. Konakladıkları köyde başladı serüven. Korku içindeydiler, kendilerine yönelecek düşmanlıklardan kaçıyorlardı. Bir çiftliği gözlerine kestirip, ederinden çok yüksek bir bedel ile sahibinden satın aldılar. Çiftlik sahibi hemen satıvermişti çiftliğini. İyi paraydı! Yerleştiler iyice, o toprakları geçim kaynakları yaptılar, ekip biçtiler. Çoğalmaya başladılar, yeni gelenler de oldu. Aile birlikleri kurdular. Verimli topraklarda kök salmaya başladılar. Kendi aralarında örgütlenerek, kurdukları tarım kolonileri ile genişlediler. Beraberlik ruhuyla, kalabalıklaştılar, tüccarlığa da başlamışlardı. Çoğaldıkça çoğalıyorlardı, başka göçen aileleri de Filistin topraklarına çektiler. Ne de olsa kendi toprakları vardı artık! İmparatorluğun nefesi buralara yetmiyordu. Yetse ne olacaktı ki? Ne de olsa masum bir toprak alışverişiydi bu. Başkaldırmadıkları sürece sorun yoktu, belki de orada varlıklarından bile kimsenin haberi olmayacaktı!
Sonra ne mi oldu? Fark bile edilmeyen o kalabalıklar, güçlenmeye başladılar. Ailelerin zenginleşmesiyle beraber, sıra birlikteliklerini korumaya ve teşkilat kurmaya gelmişti. Yaptıkları ticaret ile ailelerin güçlenmesi, gruplaşma düşüncelerini tetikledi. Nitekim aristokratik bir aile yönetimi kurmaya niyet ettiler; ama merkezi yönetimin haberi olacaktı. Bu arada merkezi idarenin zayıflamasıyla Kıbrıs’a yerleşen İngilizler’in desteğini de almışlardı. Tam da ihtiyaç duydukları zamanda gelmişti destek! İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisi, doğrudan II. Abdülhamid’e bir “Yahudi Kolonisi” için müracaat etmişti; ancak 1880’de bu proje uygun görülmedi. Artık İngiltere, sahipsiz kalan o aileleri himaye etmeliydi. Onların Filistin’e daha fazla yerleşmelerini sağlamaları, stratejik açıdan önemli bir merkez oluşturma fırsatını doğuracaktı. Bu arada o küçücük hesaba katılmayan topluluk, çoğalmaya ve güçlenmeye devam ediyordu. Süreç, o ailelerin iyice köklenmelerine yardım ederken, hesaba katılmayan olaylar olacaktı. Şimdilik teşebbüslerine İmparator izin vermemişti; ama tarihin kendi taraflarına doğru esen rüzgârları, şans getirmeye başlamıştı. İngilizlerin Ortadoğu‘da bir İngiliz Kolonisi’ne ihtiyacı vardı. Ortadoğu’nun ön kapısına pençe atılması gerekiyordu. Yıllar çok çabuk geçti. 50 yıl bir solukta geçivermişti. 1920 ‘de Birleşmiş Milletler, İngiltere’nin desteği ile Filistin’de İngiliz mandasını tanıdı. Artık İngiltere himayesinde bir Yahudi Bürosu vardı. Yahudi halkını temsile başlamıştı. Yıllar daha çabuk geçmeye başladı. Rüzgâr hızını artırmıştı. Almanya’da bir kafatasçı türeyecekti! Düşmanlık, Yahudi avına dönecekti. Zulümden kaçmak gerekiyordu. Nitekim Almanya’dan kaçanların bir kısmı, merkezi yönetimin kabulü ile Anadolu topraklarına getirilmişti. Yahudi toplumunun minnettarlığı hala günümüzde bile sürmektedir.
1870 ten 1948’e yıllar çok çabuk geçiverdi. Nihayet mutlu son; Birleşmiş Milletler onayı ile fiilen bir devlet vardı artık. İşte bu devlet, o çiftlikle başlayan serüvenin sonucuydu. İsrail Devleti’ni tanıyan 44. ülke olacaktık. 78 yıl ne çabuk geçivermiş farkında mısınız? Dünya arenasına hoş geldin İsrail. Bugün geldiğimiz süreçte, iki ülkenin iyi ilişkiler kurması gerekmektedir. Hem askeri, hem ticari, hem de jeopolitik açıdan önemli. Tecelliye bakın ki koltuğa oturmadan önce söylemleri en çok sertlik taşıyan Başbakan N. Erbakan, ilk uluslararası anlaşmayı imzalayacaktı. “Savunma Sanayii İş Birliği Anlaşması” (1996) Elbette devlet yönetimi başka bir şeydi!
Günümüze geldiğimizde resmi açıklama yok; ama Güneydoğu’da çok fazla toprak alımının 3. Şahısları, o ailelerin devamı olduğu yine hesaba katılmıyor da! Ne de olsa bize -“Bi’şey olmaz abi!” Burada vurgulamak istediğim asıl mesele; İsrail’in kim olup kim olmadığı, ideolojisinin ve gelecek ülküsünün ne olup ne olmadığı değildir. Bir Filistinlinin para hırsıdır. İçimizdeki “Bi’şey olmaz”cıların kulakları çınlıyor mu acaba?
Bir zamanlar, TBMM‘de bir soru önergesiyle yabancılara satılan toprak miktarı sorulmuştu. Ona cevap Bayındırlık Bakanı’ndan gelmişti; -“Koskoca Türkiye, üç beş metrekareyle mi bitecek?” diyecekti! O günkü rakam nedense az görülmüştü; ama bu günlerdeki rakam ürkütücü. Hem toprak, hem emlak alımları çığ gibi arttı; ama asıl sorun vatandaşlık verilmesinde. Sağlıklı rakam almak çok zor; ama rakamın çok kaygı verici miktarda olduğu, uluslararası kaynaklarda açıktır. Nedense bazıları hiç ürkmüyor. İnsanın -“Onların bir bildikleri, bizim bilmediğimiz şeyler var herhalde, neden bu kadar rahatlar?” diyesi geliyor. Boşuna mı kaygılanıyoruz acaba? Boşuna mı ürküyoruz? Çok mu korkağız? Paranoyak mıyız? Yoksa haklı mı?
Bu günlerde ülkemizdeki sığınmacıların sayısını, -resmi açıklama olmasa da- 10 milyonun üzerinde olduğunu düşünürsek; üstelik devletin yardım teşviği ile 4-5 çocuk yapmaları öneriliyorsa, nasıl bir girdaba doğru sürüklendiğimizi düşünemiyorum! 2050 yılında 35 milyona ulaşması öngörülen çoğunluğu Suriyeli olmak üzere, Afganlı ve Iraklıların sebep olacağı uyumsuzluklarda sosyal yapımız nasıl etkilenecektir? Demografik yapımızın nasıl bozulacağı yetkililerin umurlarında değil midir? Ülkenin nereye doğru sürüklendiği hesaba katılmıyor mu? Aklım almıyor da! Bazı yetkililerin, iletişim araçlarından öğrendiğimiz; -“Onlar bizim tebamız, göndermeyeceğiz” söylemlerinin ne anlama geldiğini düşünemiyorlar mı? Bazı şehirlerimizde Türk vatandaşı sayısı, Suriyeli sayısından az olduğu yerel yetkililerce açıklanmaktadır. Son zamanlardaki gerek plaj işgalleri, gerekse sosyal yapıdaki uyumsuzluklar, Türk düşmanlığının tezahürü olarak bayrak çiğneme davranışlarını ve şeriat gösterilerine iletişim araçları aracılığı ile tanık oluyoruz. Buna benzeyen pervasızlıkların ardı arkası kesilmeyecektir görüşündeyim. Asıl sorun yukarda anlattığım, küçücük aile ile başlayan süreç. Yarının sorumluluğunu, bugünün sorumluları lütfen üstlenin artık. Yanılmaya, hata yapmaya hakkınız yok. Devletimizin ve ülkemizin bütünlüğündeki vebaliniz, torunlarımızın bedduasında olmasın.
Sosyal barışın zedelenmesinin neden önemsenmediğini asla anlayamıyorum. Bunun, kurşun atmadan derin bir işgal projesi olabileceği neden düşünülmüyor aklım almıyor! –“Bekâdan dem vuranların beyinleri mi kilitlendi acaba?” diyorum. Siz ne dersiniz?
Yoksa “Bi’şey olmaz”cılar, herkesi hipnoz mu etti diyorum; ama farkına varın artık “Bi’şey olmakta…”