Günlük yaşamda ortaya çıkan siyasi, ekonomik ve psikolojik baskı hissi, toplumsal kaygıyı körüklemektedir. Kaygının, toplumsal sindirilmişliğe döndüğü apaçık görülür haldedir. Dönüşüm, olması gereken toplumsal ortak anlayışın kaybolmasıyla ortaya çıkan etkileşimlerdir. Artık kimse öz fikrini dosdoğru bir şekilde ifade edememektedir. Toplum arasındaki; -“Dinleniyor muyum?”, -“Lafıma dikkat etmeliyim!” gibi korkuya varan tedirginlikler, haliyle toplumun ahengini bozmuştur; oysaki toplumsal barışın asıl kaynağı güvendir. Fikrini söylemekten çekinen toplumlarda, tedirginlik artacaktır. Güvensizlik, sosyal katmanların arasındaki ilişkiyi zedeleyecektir. Gittikçe ayrışmanın artması, samimiyeti de ortadan kaldırmaya başlamıştır. Yarından emin olmayan bir insan topluluğu haline getirilenlerin çokluğu, gözle görülecek düzeye gelmiştir. Bu ayrışmadan, fayda sağlayanlar olabileceği düşüncesi ürkütücüdür. Ortak anlayışın, gitgide azalmasıyla sosyal ikilemlerin ortaya çıkması, elini ovuşturan güçlerin işine geldiği de artık çok açıktır.
Ortak anlayışın zedelendiği apaçık ortadayken, birlikten söz etmek hayal olacaktır. Bu, o kadar önemlidir; ki bir ülkenin çağdaş dünyada yerini alıp, her ferdinin gururlanacağı sosyal barışı inşa etmesi buna bağlıdır. Gittikçe incelen sosyal bağ, duyarlılık derecesini de etkilemiştir. Bu kitlenin çoğalması, toplumsal barış ilkelerini ötelemektedir. İlgisizleşen topluma, bir şeyleri dayatma ve kabul ettirme kolaylaşacaktır. Doğru olsa da, olmasa da her söyleneni onaylama eğilimi, inanırlığın ötesinde duyarsızlık ve boşvermişliği daha da körükleyecektir. Bu dinamikler, aslında insanın kendine olan güvenini de yok etme gücüne sahiptir. Sorgulamadan onaylanan insanlara olan hayranlığın hortlaması, insan bilincini zedeleyecektir. En mantıksız söylemi bile doğru olarak alkışlamak, sözün bittiği yerdir. İşte bu ortam, dayatma kültürünün mimarlarının aradıkları durumdur; çünkü insanların kendi bilgi ve algısına güvensizlik arttıkça, birilerinin daha iyi bildiği hissi uyanacaktır.
Hipnozun, ana malzemesi güven duygusudur. Terapistine güvenmeyen birisi, asla hipnoz olmaz. Çünkü hipnoz, bilinç ile idrakın azaldığı an gerçekleşir. Terapist, bunu çok iyi bilir. Hipnoz edeceği insanın, inanırlık derecesini tespit eder. Hipnoz olan insan istediğini değil, isteneni söylemeye başlar. Anlatılanlara inanmış olarak uyanır. Zaten hipnoz edilmesinin nedeni de budur; “İstenene inandırmak.” Bu günlerde yaşananlar, hipnozdan farksızdır. Bunun sorumluluğu hipnoz yapanlarda değil, hipnoz olmaya yatkın duyarsızlıklarını devam ettirenlerdedir. -“Daldaki kuşa” baktıranlar, sadece kendi söylediklerine inanılmasını isteyeceklerdir. Toplumsal hipnoz halinden, acilen çıkmak gerektiği anlaşılmadıkça; daha çok hipnoz olmaya yatkınız demektir. Mantıksız, aslı astarı olmayan söylemlere bile inanacak toplumun olması, hipnozcuların işini oldukça kolaylaştırmaktadır.
Son zamanlarda çokça gördüğümüz; -“Sen mi kurtaracaksın, boş ver.”, -“Sen daha iyi mi bileceksin?” düşüncesi gitgide insanımızı sarmaktadır. Bunun sebeplerini tamamen reddetmek doğru olmaz; ama bir şekilde insanımızı etkileyen etkenleri irdelememiz gerekmektedir. Bunun hem toplumsal, hem de bireysel boyutu vardır. Bu sürecin farkına varan insanlar, umut verecek düzeydedir. Toplumumuzu etkileyen kavram kargaşalarını, anlatabilmek o kadar güçtür; ki sorgulamadan kabulü değiştirmek yarınlara atılan en etkin adımdır. Bu ülke için kaygılananlar; bıkmadan, usanmadan sosyal bağı kopartmamaya emek harcamalıdırlar. Bu bağın kopması, duyarsız insanların umurunda olmasa da toplumun geleceğinin, bu bağın gücüne bağlı olduğuna inanıyorum. “Boşver” duygusu; umutsuzluktur, duyarsızlıktır, mutsuzluktur. Sağlıklı toplumun yok oluşunun başlangıcıdır; çünkü sağlıklı toplumlar duyarlı, umutlu, güvenli, sorgulayan ve tepkili bireylerden oluşur. “Boşver” duygusunu sürekli olarak baskı unsuru haline getiren iletişim araçları, çok güçlü hale gelmiştir. Amaçsız hiç bir şey olmaz, olamaz. Amaç birilerine paye çıkarıp; -“Boşverin siz”, -“Siz bilmezsiniz”, -“Büyükleriniz sizi sizden daha çok düşünür”, -“Her şey yolunda” gibi telkinler, inanın çok başarılı oluyor. Tembellik hissinin, duyarsızlıkla beslenmesi, “boşvermişliği” körüklemektedir. Böylelikle sorgulama dinamiği de gereksizleşmektedir. Bu duyarsızlık, önlenemez ise bir süre sonra toplum, gelişen olaylara da duyarsız kalacağı için kendi aleyhine bile olsa gelişen olaylara ilgisizleşecektir.
Bilmeye ve araştırmaya yönelimlerin azlığına ilaveten, duyarsızlık da var ise dinlemek kolay ve cazip gelecektir. Duyarsızlık, doğrudan bireyin yaşamını etkiler. Duyarsız insanların, yaşam anlayışları gereği, yaşamdan hak ettikleri mutluluk ve huzur paylarını aldıklarını zannederler. Bilinç seviyesi düştükçe, farkında olma hali gereksiz sayılmaya başlanır.
Huzursuz insanların çok olduğu toplumun bireyleri, birbirlerinden uzaklaşırlar. Yaşam kaliteleri de oldukça düşer. O topluma, her şey kolayca kabul ettirilebilecektir. Sorgulamadan anlatılanların kabulü arttıkça, edinilen bilgi değil, dinleme öne alınmaya başlanacaktır. Tarih sürecinden bu yana, insanımızın kafasının bir köşesinde hoca efendiler, bir bilenler, büyük zatlar olmuştur. Hep onların bilmesi istenmiş, hep onlardan dinlemek kolay gelmiştir. Öğrenmenin gittikçe azalması, insanları dinlemeye ittiği açıkça görülecektir. Dinlenilenlerin sorgulamadan doğru kabul edilmesi, başka bir toplumsal çıkmazı meydana getirdiği de. Bilinçli bir şekilde gerçekleri saptırarak, kontrol ettikleri sosyal katmanları, maniple etmeye yöneldikleri fark edilemez hale gelecektir. Karşı çıkanları da suçlayıp ötekileştirerek, hitap ettikleri toplumda etkilerini sürdürürler. Bir güzel de alkışlanıp kutsanırlar.
Henüz bütün değerler yok edilmeden, bu “boşvermişliği” bir şekilde önlemek elimizdedir. Yalnızca toplumbilimcilere havale etmek doğru değildir. Topyekûn emek harcanması gerekmektedir. Toplumu oluşturan fertlerin, kişilikli, duyarlı ve sorgulayan bireyler olarak yetiştirilme zorunluluğu, artık herkesin görevi olmalıdır. Yarınlarda kendine güvenen, sorgulayan, birey olma sürecini tamamlayan, kendi akıl ve algısına güvenen insanlar yetiştirmek, bu sistemin asıl görevi olmadıkça bu toplum, boşvermiş bir ruhla, duyarsızlığa doğru yol almaya devam edecektir.
Duyarsız ve boşvermiş insanların yaşam kalitelerinin düşük olması, bu sürecin ana malzemesi olmaya devam edecektir.
Boşvermiş bir yarında olacakların sorumluluğu, hepimizindir.