“Kişilik ve kişilik tipleri” hakkında farklı görüşler vardır; ama hiçbir teorinin, kesinliği konusunda “görüş birliği” yoktur. “Üzerinde Çalışılan” olarak değerlendirilmektedir. Kişilik tanımındaki farklılıklar bu tezi doğrular. Davranış dürtüleri aynı olsa da farklı davranışların yapılmasında, kişilik tiplerinin etkin olduğu görüşü vardır. Aynı uyaran veya dürtüye her kişilik tipinde farklı tepkilerin verilmesinin nedeni, aynı algılanmadığı mantığını geliştirir. Birisi için çok önemli olan dürtü, diğeri için aynı önemde görülmediğinde davranışlar, kişilik tipine göre şekillenecektir. Kişinin o andaki ruhsal durumuna paralel olarak, karakter farklılıkları da davranışı etkiler.
Sosyal çevrede çokça duyulan; ”kişilikli – kişiliksiz”, “karakterli – karaktersiz” tanımları incelendiğinde, “kime göre?” sorusuna verilen değişkenlerin göz önüne alınması gerekecektir. Kavram kargaşalarının olması da tanım farklılıklarını su yüzüne çıkarır. Kişiliğin tanım farklılığının, bakış açısından bağımsız temel felsefi derinlikler içerdiği kabul görmektedir. Felsefeci Immanuel Kant; “İnsan, kendi kendisinin var ettiği kendinden başka bir şey değildir.” görüşü ile ne demek istemiştir? Yaratılan elbette beden değildir; kişiliktir. Öğrenmenin sadece istemek ile olabileceği kabul gördüğü için kişilik de bilerek ve isteyerek var olabilecektir. Her toplumda öğrenilen kuramların aynı olmaması, kime göre – neye göre sorusunu tetikler. Her toplumun kültür, anlayış, inanış ve onayladığı davranışların birbirine uymaması, “kime göre?” sorusunun cevabı olacaktır. Kişiliğin, insani ve toplum değerlerinin öğrenilmesi ile oluştuğu göz önüne alındığında; değerlerin oluşturduğu sınırlama “kişilikli – kişiliksiz” sorusunun karşılığı sayılabilecektir. Ölçünün; insani değerler ve her bireyin içinde yaşadığı toplum değerleri olması, bireyin içindeki dürtülerin tam karşılığı olamayabilecektir. Dürtülendiği kaynağın bilinmezliği, konuyu daha da derine taşır. İnsanın içinde görünmez; ama etkisi hissedilen gücün “karakter” olması, insanın “kendine has” inisiyatifini öne çıkarır. Elbette karar verici beyindir; ama bu insiyatif tarafından onaylı veya onaylı olmaması, hayatın ritmini doğrudan etkileyecektir. Sınırı, insani değer ve toplum olan davranışın içsel olarak onaylanmaması, ruhsal yapıda zıtlaşma doğurur ve iç çatışmaların tetiklenmesine sebep olur. Karakterin onaylamadıklarıyla nasıl barışılacaktır? İçsel zıtlaşmanın ana nedeni olan bu uyumsuzluk, davranışını “neye göre?” sorusuyla karşılaştırdığında; içinden gelen dürtülere mi, öğrendiklerine mi “evet” diyecektir? Yaşamın her evresinde “kişilik – karakter çatışması” olacaktır. Dengesiz davranan insanların davranış dürtülerinin, bu çatışmadan tetiklendiği kabul edilmektedir.
Öte yandan başka bir felsefeci olan Friedrich Hegel’in “İnsan; bilgide kendisinin dışında olan, kendisinin yaratmadığı ve insandan bağımsız bir dünyayı tecrübe etmektedir.” tanımı, hiç bilmediği değerlerin içine doğuşunu ifade ederken, “İnsan için ilk gerçeklik, kendi kendisini oluşturur.” görüşü ile de kendi kendine oluşturduğu şeyin, kişiliği olduğu ortaya çıkar. İnsanı, kendi dışında oluşan insani ve toplumsal değerler beklemektedir. Elbette çoğu genetikten gelen, içine doğduğu değerlerden bağımsız bir de “karakteri”.
Sonuç olarak kişilik; isteyerek, bilinçle, öğrenme ve farkındalıkla ulaşılan bir yetidir. Bilinç olmadığında ortaya çıkan şey kişilik değil, ne idüğü belirsiz her an değişen ölçüsüzlük olacaktır. Davranışların sosyal sınırlamaları, zekâ ve akıl ile algılandığında bilinçle onaylanmaktadır. İnsanın özgür iradesi ve aklı ile var ettiği ilkelerden hareketle, oluşturduğu topluma uygunluğun sınırını “kişilik” belirliyorsa; ne kadar öğrendiğini ve onu davranışlarına nasıl uyguladığını kim onaylayacaktır? İşte, “kişilikli – kişiliksiz” tanımının ölçüsü burada gibi görünse de “neye göre” sorusu açıkta kalacaktır; çünkü içsel onay, nasıl denetlenecektir? Ancak elde edilen kişiliğin, davranışları hangi yönde etkilediği ve kuramlara ne kadar uyduğunun belirlenmesi mümkün değildir. Her insan, kendi mantığına göre belirlediği ve öğrendiği kuralların algısına uygun davranması ile tanımlanacağını bilir. Davranış, kimliksel sürecin bazen etkilediği bazen de etkileyemediği sınırları yansıtır. İçinden geçenlerin değil de nasıl davranıldığının ölçü alınması, onun kişilikliliği ile doğrudan ilişkilendirilecektir. Öte yandan iç dünyasında karmaşalar yaşayan, kişiliği ile karakteri arasında kalan insanın nasıl davrandığının tanımı, nasıl yapılacaktır? Davranışları, öğrendiği kuramlara uygun olmadığında “kişiliksiz” mi denecektir? Böylelikle oluşturduğu şeyin kendisi olduğu bilinci, neye yarayacaktır? Öte yandan “Karaktersiz” tanımı nasıl yapılacaktır?
İnsan davranış biçimlerinin, öğrenilen kuramlara uygun olup olmadığı herkeste farklılık gösterirken, her insan kendi algısına göre var ettiği kişiliğe uygun davranmayacak mıdır? Çevre ve öğrenim ortamları aynı olsa da davranışların her insanda farklı gözlenmesinin sebebi ne olacaktır? İnsanın -davranışsal olarak fark edilen- davranış tezahürlerinin, kişilik tiplerine göre çeşitlilik gösterdiği kabul görmektedir. Kimi kaynaklarda davranışsal olarak “sekiz ana kişilik tipi” olduğu tezi vardır.
İlk kişilik tipi “dışa dönük”; sosyal etkileşimlerden enerji alırlar. Davranışlarında başkalarının yanında, ona uygun davranmayı yeğlerler. Yaşamlarını sosyal çevre ile paylaşırlar. Genellikle uyumlu bir kişiliğe de sahip olduklarından, sosyal olarak sorun yaşamazlar. Enerjilerini dış dünyaya harcarlar. Çevrelerinde başka insanların olmasına ihtiyaç duyarlar, sessizlik ve yalnızlık onlara göre değildir.
İkinci kişilik tipi “içe dönük”; bu insanlar yalnızlığı veya küçük grupları tercih ederler. Sosyal toplantılarda yalnızlık hissederek mutlu olmazlar. Dış dünyadan ziyade, iç dünyaya yönelik düşüncelerle ilgilenirler. Sorgulayıcıdırlar ve zor kabul ederler. Sosyal ilişkileri zayıftır. Kendi kendine yeterlilik hissederler. Başkalarının görüşleri onun için pek doğru değildir. Etrafta pek çok uyaran olması onları sıkar.
Üçüncü kişilik tipi “sezgisel”; ilgilendiği ve bildiği her şeyin detayını öğrenir ve anlatır. Anlatımları genellikle analiz ağırlıklı olur. Yaratıcıdırlar ve hislerine güvendiklerinden bazı durumlarda kafaları da kolay karışabilir. Kendilerine çok güvenliymiş gibi görünseler de her şeyin olumsuzunu düşünürler. Onun için yeni fikirler üretirler.
Dördüncü kişilik tipi “sağduyulu”; çevresini hemen özümseyebilen, atılgan, girişken, cesaretli, meraklı, kendine güvenli, zor durumlarda pratik çözümler üretebilenlerdir. Hatalarından ders çıkarmaları onları daha gerçekçi yapar, onun için ikna etmede başarılıdırlar.
Beşinci kişilik tipi “düşünenler”; gerçekten yanadırlar. Objektif kararlar verebilen, kuralcı, bildiği doğrudan vazgeçmeyen, eşitlikçi ve bir olay ya da durumla ilgili birden fazla ihtimal üzerine kafa yorabilen kişilerdir. Mantık ve akıldan vazgeçemezler. Her şeyin mantığını aradıklarından, inandıkları şeyi sonuna kadar savunurlar. İnatçıdırlar.
Altıncı kişilik tipi “duygulular”; kararlarını, duygu ve değerlerine göre verirler. Duyguların her an değiştiğini kabul edersek; anlık değişkendirler. Önce verdiği kararları beğenmeyip bir anda, o anki duygusal durumuna göre davranmaya başlarlar; onun için dengesizliği kabul etmeseler de kararlarının değiştiğini kabul ederler.
Yedinci kişilik tipi “yargılayanlar”; kendilerine çok güvenliymiş gibi davransalar da yargıladıkları şeyden emin oluncaya kadar incelerler. Yargılamayı hakları saydıklarından, sosyal çevrede pek sevilmezler. Kurallara uymayı da kural koymayı da severler. Temkinli ve tedbirlidirler. Başkalarının hayatını yönetmekten hoşlanırlar.
Sekizinci kişilik tipi “algılayanlar”; onlar için hayat, değişim enerjisi ile hareket eder. Rutin olan her şey, kendini tekrar ettiği için ilerleme olmayacağını savunurlar. Rutinin öldürdüğüne, her zaman bir alternatifin olduğuna inanırlar. Yeni keşiflere açık olduklarından, rahattırlar.
Kaynaklarda gösterilen bu sekiz kişilik tiplerinden birer parça ya da bir kaçı tek bir kişilikte de bulunabileceği göz önüne alındığında; kişilik tiplerinde bahsedilenlerin kişiliğin en baskın halleri olduğu görülecektir.
Yukarıdaki sekiz “davranışsal” kişilik tipleri dışında, “bedensel ve iç dürtüleri farklı A ve B tipi davranış gösterenlerin olacağı” görüşü de vardır;
“A Tipi davranış” özelliği gösteren kişiler; agresif, sabırsız, insan ilişkilerinde zayıf, planlamayı zaman kaybı olarak gören, işe fazla yönelik, pek çok güdüye sahip ve çok kısa sürede daha çok başarılı olmak isterler. Zaman zaman aceleci tavır takınarak, kendisini sürekli bir şeyler yapmak zorundaymış gibi hissederler. Zamanlarını çok iyi yönettikleri söylenemez.
“B tipi davranış” özelliği gösteren kişiler, kararlı bir hızda çalışır ve kendini daha fazla güven içinde hissederler. Başarı pek fazla önemli görülmez; çünkü başarı konusunda aşırı hırslı değildirler. Daha rahat, uysal, az rekabetçi ve daha az saldırgandırlar. Kolay kolay sinirlenmez ve tedirgin olmazlar. Yaptıkları işten zevk almayı bilirler. Yaşamı kolay yaşarlar ve zamanla pek ilgilenmezler. Başkaları ile yarışa girmezler. Konuşmaları bile rahat ve sakin bir tondadır.
Kişilik tiplerindeki çeşitliliğin ve iç dürtülerinin tezahürü olan davranışların farkındalığı, ilişkilerin kabul edilmeyen ters yönlerinin de olabileceğini sağladığından, kişinin kendini daha iyi değerlendirmesine sebep olabilecektir. Farklılıkların farkında olmak, farklı kişilerin farklı davranışlarını daha iyi anlayabilme donanımının elde edilmesini de sağlayacaktır.
İnsanın hangi kişilik tipine uygun olup olmadığı ve hangi davranış özelliği gösterip göstermediğinden bağımsız, insani değer açısından aynı kategoride değerlendirmenin, medeniyet ölçüsü olduğuna inanıyorum.
Ahmet Bayındır
►Eğitim ve Davranış Bilimci
►İlişki ve Evlilik Danışmanı
►Yaşam Koçu
İletişim: ahmetbayindir@gmail.com
F – İ : @a.byndr.016